İmgeselin öznellikteki bir boyut olarak oluşumunu ancak Lacan'ın "ternaire" olarak adlandırdığı üçlü düzeneğinden itibaren düşünebiliriz. Bu düşünüşte bize Lacan'ın Küçük Hans vakasını detaylıca ele aldığı "Nesne ilişkileri" semineri ve ayna evresi kuramına yeni bir soluk getirdiği "Kaygı" Semineri öncelikli olarak eşlik edecek.
Seçme özgürlüğüne gelince, bu soruyu şöyle sormak nasıl olurdu? Gerçekten özgür olmayı istiyor muyuz? Ya da seçimlerimizi yöneten nesneden tamamen özgürleşebilmemiz, bilinçdışından kurtulabilmemiz mümkün mü?
Seçme özgürlüğüne gelince, bu soruyu şöyle sormak nasıl olurdu? Gerçekten özgür olmayı istiyor muyuz? Ya da seçimlerimizi yöneten nesneden tamamen özgürleşebilmemiz, bilinçdışından kurtulabilmemiz mümkün mü?
Şu ayrımı duyurabilmek hiç de kolay değil, zira alışıldık ikili bir düzeneğin küresel mantığına çarpmamız çok olası. Halbuki ikili değil ama üçlü bir düzeneğin içinden söz konusu olan şey "kişi olarak ben/sen/biz" ya da benlik bütünlüğünün bozulması, incinmesi, yaralanması değil ki bunu Lacan'ın kuramının ilk yıllarından itibaren paranoyak bir ilişki olarak adlandırdığını biliyoruz; hiyerarşik bir ast-üst meselesi de değil, zihin farklılığı bu türden bir düşünme şeklinin kolaycılığında eritmeye çok hazır ve alışık olsa da. Söz konusu olan öznelliğin ve başkalığın güvencesi olan bir boşluğun,ve farklılığın işaretinin riske girmesi durumunda buradan ödün veremiyecek olmak. Bastonsuz düşünmek nasıl olurdu? Özgürlük demişken. Hafifletir ve rahatlatırdı kanımca.