İnsanın kendi öznel hakikatiyle olan ilişkisinde samimi ve dürüst olabilmesi nadir rastladığımız bir öznel etik. Daha yaygın olarak hakikatin bir tür uyumla, sempatiyle, iyilikle örtüldüğü öznelliklerle karşılaşıyoruz. Buraya kadar tamam, peki diyebiliriz. Bu da bir baş etme yöntemi olamaz mı en nihayetinde? Ama tam da bu noktada önemli ve sarsıcı olan bir gerçek var: öznenin hakikatini ele verecek ve konum almasını sağlayacak olan kaçaklara bu uyum maskesiyle izin vermeyişinin öfkeyi hatta nefreti beslemesi ve bunun da çoğu kez radikal kopuşlarla sonuçlanmak durumunda olması; ayrılıklardan ve bağımsızlaşmadan ziyade. Dahası da var maalesef: kendi hakikatinin ve bunun kaçınılmaz bir parçası olan saldırganlığının sorumluluğunu almayışın bir etkisi olarak süreğen bir kaygı hali yaşamak ve yapay bir yakınlık üreten yasakçı bir üstbenliğin buyurduğu şekliyle bir diğerini/diğerlerini bu baskının kaynağı haline getirmek.